Terakki Sokağında Son Akşam Yemeği

Terakki sokağı, gecenin karanlığına direnircesine yanan fakat pek de güçlü olmayan sokak lambalarıyla, nadiren, oradan geçen insanlara üzerinde bulunan taştan eski binaları tehşir ediyordu. Hava biraz önce çiselemesine rağmen büyük yağmuru doğurabilmek için kasti bir biçimde gittikçe nemli bir hale evriliyor fakat bu durum gecenin bu saatinde oradan geçen sarhoş kentlileri pek de etkilemiyordu. O sıra sıcaktan hoşlanmayan tek insan Terakki’deki bir binanın sokak merdivenlerinde oturan Kadim’di. Söylediği şarkı birkaç dakika arayla geçen sarhoş grupların kahkahalarıyla dahi neşelenmiyor aksine gittikçe boğuklaşıyordu. Boğazında hissettiği yumru, duvarına çarpan şarkı ile büyüyordu. Şarkı, yumrunun çevresini kaplıyor ve onun ebatını genişletiyordu sanki. Şarkılarla hacim kazanan yumrular üstelik sessizlikle de tedavi edilemiyordu. Sessizlik yumruya ebat kazandırmasa da onu dövülen bir çelik parçası gibi sıkıştırıyor ve sonrasında da bileyleme işlemiyle beraber gırtlağını yırtacak kadar keskinleştiriyordu. Kadim, yumrusu büyürken, dostlarını düşünüyordu. İstanbul’da onlar olmadan yaşayamazdı. Hayır, bu bir ölmek ve sağ kalmak terazisinin fiziki kolları değildi. Aksine, dost sahibi olmak onun için terazinin ölüm ve hayat kollarını tutan ana gövdesiydi. Fakat Kadim’in terazisinin kolları, merdivenlerde oturuyorken, yumrusunun üzerinde duruyordu. Yumrusu büyüdükçe düşünüyor, düşündükçe burukluk hissediyor; hissettikçe de terazisin dengesi ekseriya alt üst oluyordu. Alabora olan bir geminin kaptanı ne kadar hüzünlüyse o kadar hüzünlüydü Kadim. Çünkü onun gemisi ne mesleğiydi ne de sahip olduğu maddi şeylerdi. Nispeten fazlaca önemsediği şey bazı insanların fark edemediği inceliklerdi fakat kendisinin de 'pak’ olduğunu iddia edemezdi. Cilası kalmamış ve çiziklerle hatta yer yer çatlaklarla dolu olan zırhını bir kenara koyup oturduğu merdivenlerden zemine, sokak lambalarının yüzeyini sarıp bir aynaya dönüştürdüğü su birikintisine düşen yansımasında gördüğü  gözlerinin içine bakmaya mahkumdu. Aldığı çiziklerden ve çatlaklardan bahseden biri karşısındakine verdiği yaraları anlamadığı sürece kendi zırhını tamir edemez. Burada tamir etmek zırhlaşan yüreğini yumuşatmak demek, onu su ile yoğrulan çelik kadar sağlamlaştırmak değil diye düşündü Kadim. Su birikintisinin üzerinde gördüğü et yığınının sırtını sıvazlayan gece, yerini güne bırakıyor ve esmeye başlayan rüzgar gri bulutları kentin üzerine getiriyordu. Maviliğe bürünen gökyüzü, doğmakta olan güneşle beraber, turunculaşan gri bulutlara ev sahipliği yapıyordu. İşlerine gitmek için sokağa çıkan insanlar tarafından merdivenlere sızmış bir cüzzamlı gibi görülmek istemediği için doğruldu ve sönen sokak lambalarına teker teker dokunarak evine doğru yürümeye başladı. Kendi hatalarını düşünmek boğazındaki yumruyu zayıflattı.  Sonrasında hatalarını kalben her ne pahasına olursa olsun içtenlikle kabul ettiği an ise yumru kötü bir şarapla yenen feci bir yemek gibi midesine düştü. Kadim yumrusuyla beraber yediği bu  son akşam yemeğini, Terakki sokakta turuncu ışıklar altında pürüzleriyle kimi yerde gölgeler yaratan bir binanın sokak merdivenlerinde yedi. Ve uzunca bir süre tok kalmaya yemin etti.

Yorumlar

En çok okunanlar