Sevim Abla ve Sigarası / POEM
Yalnız bir demir kapı ayırır
tantanasıyla sükutunu sokağın.
Dar bir avlu uzunca
dökük sıvası duvarda
belli belirsiz yüzler gibi durur
yol boyunca kimdi bunlar diye
yürür geçersin,
ya da sadece ben.
Yan apartmanın ikinci katında
adını bilmediğim bir kadın camda hep
sigarası hiç bitmez sanırsın,
sarışın, gözünün biri hafif kayık
çiçekli bir tacı var kafasında şık
memeden
ve mabet sunağı mübarek kafasından ibaret
Sevim abla.
Avlunun sonunda bir merdiven
içeriyi dolaşmadan çıkmak için
çatısında bir masa üç sandalye
ve her sokağı İstanbul'un görünür
beklemezsin böyle iki katlı bir evden.
Masada ben, Ziko ve bir dost daha
bir şeylerden konu açıldı hatırlamam,
canım epey sıkıldı kalktım ayağa
Haliç mora çalmış,
kubbesinde leylekler insan boyunda
gördüğüm şey kan sıvalı Ayasofya.
Ziko seslendi, gel artık.
Gittim masada bir kesik baş,
göz desen benim kaş desen ben
bir şeyler damlıyor ayaklarıma
boş konuştuğum laflar kanımla sırlı
bir elim, kolum, hepsi ayaklarıma mıhlı
cesetten bir yığın,
içinde ne diri ne meftayım.
Ziko da öyle, dostum da..
Bir vapur sireni ile sallandım,
avludan geçmemiş miydim demin?
Duvarda bir yüz saklı sıva döküğünde
Sevim abla da yok görünürde.
Yüz benim.
Bir kapı demirden,
kapı gözümden.
Bir yol kelimeler,
merdiveni öpücükler.
Bir manzara kesik,
kan akıyor delik deşik etim,
mora çalınır cesedim
ve kuşlar desen hepsi buralı.
Bir baş, bir kol,
hakikat ne var ne yok.
Et, kemik ve bok.
Yorumlar
Yorum Gönder